Sakince

Kader gününden bir gün önce
yirmi üç haziranda
şarap tortusu rengi gece..
ileride bir yerde müzik çalmakta..
sakince..

Gözlerim Kafkaesk
-kızın yasaklı bahçelerini,
göremez istese de.

Kız kalkmış raks etmekte
gözleri bir hayli davetkâr..
ben raks etmeyi bilmem
gerçi,
nasılolsa gecenin sonu cehennem.
vücudumuz günahkâr.
ve kendi ritminde.

Küfretmek güzel

Ne diye benimki bulunur
ne diye benimki bulur
söylesene öpemediğim kız!
Görsen, ben ki...

Bi' baksan; görür, gelirsin diyor.
-küfürbaz ve mistik şair bunları diyen..

Mistik'in içinden yalnız küfretmek geliyor.
Tekrar tekrarlıyor
içinde ölen
ters dönüp de
yüzeye batamayan şiiri.

Kimse

Kim bilir, belki
Benzemez kimse sana, demeseler
benzerdi kimseler sana
-sanardım kimseleri sen..

Ve belki, kim bilir
Artık kimseyle sevişemem;
anladım, sevişmek kırmızı, demeseler
kimselerle sevişirdim..
-sanardım sevişmeleri sen..

onlar anlamış; ben anlamadım:
sevişmek eflâtun..

Sekiz'i

Yıllarla sıfıra yaklaşıyor sekizi
çünkü sekizi
aslında bir pazartesi.

Hatırlamazsın sen şimdi
cumartesiden sözleştik.
Sözleşince
bende bir seremoni
ve içimde
-senin besten-
bir senfoni..

Hatırlamazsın sen şimdi
Kafka'nın Dava'sını aldığın gün
sekiz'i -pazartesi-
Sen öyle hatırla; ama unutma sekiz'indeki beni.

Güller biter

Kan kırmızı güller biter senin yüzünde
güller biter öptüğüm yerlerde..
ve gül'ler biter bende
çünkü sen güldün mü
bende gülmeler biter;
ağlarım.

Senin yüzünden güller biter.

İlk vapur

Yolculuk uzun: vapurla
Beşiktaş'tan
varmak bilmeyen sen olmayınca
Kadıköy'e

Henüz tenhayken,
sabah, ilk vapura binelim seninle.
Sensiz'ler gibi uzun sürsün.
ben, kadife ceketim ve kasketim
iskelede beklerken
sen anlatacaklarınla gel.
ilk vapur anlatacaklarıyla yanaşsın.

Kehribar gibi

Sabaha karşı gibi
karşılar gibi sabahı..
-hani demiştim ya
bir Bob Marley şarkısı masumluğunda
ve kehribar görünen bir gece gibi.
Portakal çiçeği kokum her yana yayılmış gibi.
Öyle durgunsun ki kırmızılar içinde,
kıpkırmızı gibi.

Portakal çiçeği kokulu
kehribar gece gibi.

A la minute

Açtım, sevgilim
ve seni ısmarladım,
alaminüt.
sonra vazgeçtim ayaküstülükten
-anlarsın ya...
"anlamadın ya..."
Oturdum içeride
dökük bir tabureye.
Seni ısmarladım sevgilim.
Bekledim.
Getirmediler.
-belki sen pişmedin diye.


Olsun.
Ben beklerim, sevgilim.
Ben beklemeyi
Marquez'den öğrendim.

Çizmenin Bağcıklarını Bağla

  "Asla sözünü kesmesine izin verme." nasihatini almıştı. Acemice başladı konuşmaya. Sözünü kesmesinden korkuyordu. Yine de kararlıydı: sözünü bitirene kadar susmayacaktı.

* * *

  "Brüj'de hava kararmaya başlamıştı. İsmini bilmediğim, iki köşesinde çıkış olan küçük bir meydanda bir banka oturdum, ellerimi dizlerime koyup seyre koyuldum. Sırtımı döndüğüm bina, diğerlerinden daha önemsiz olsa gerekti ki ışıklandırılmamıştı. Önüne üç-dört tane bank koymuşlardı. Sol yanımdaki bankta Belçikalı bir dede ve torunu oturuyorlardı; onların da yanında çalma hazırlıklarına başlamış sokak müzisyenleri gitarlarını akort ediyorlardı. 
   Hava adamakıllı kararmıştı. Bu da ışıklandırılan binadaki kontrastı artırmıştı. Meydanı himaye ediyordu sanki büyülü işlemeleri olan bu "önemli" bina. Meydanda göz gezdirmek istediğim çok şey vardı aslında: kafeler, kitapçılar, meydanın karşıdaki çıkışından dar bir sokağa doğru yürüyen insanlar..  Ama hediyelik eşya dükkânlarından alışveriş yapan annemin gelmesiyle tek başıma oturduğum banktan kalkacak olmama az kalmıştı; bu yüzden
işlemeli binayı lâyıkıyla incelemeye karar verdim.

  Sokak müzisyenleri çalmaya başlamışlardı. Çaldıkları müzik -Flemenkçe- başta fazla
yabancı gelmişti kulağıma, yine de binayı incelerken fonda o müzik çalınca aklımda mistik fırtınalar kopar, diye düşündüm. Nakarata geldiklerinde artık binaya bakmıyordum. Müzik, sanki şimdi tanıdık geliyordu kulağıma, sözlerini anlamamama rağmen. Ama emindim! Bu bir aşk şarkısıydı! Mırıldanmaya başladım.

  Eminim! Bu bir aşk şarkısı! Sözleri anlıyordum artık.

  O sırada aklımdan neler geçti biliyor musun? Bir şeyler eksikti, eksik olanları düşündüm. Brüj'deydim. İnceden yağan, bir değişik kokan bir yağmur eksikti. Müzik devam etmeliydi yağmura rağmen.. O aşk müziği. Yalnızlık fazlaydı mesela o gün. Birileri olmalıydı yanımda. Sen olmalıydın yanımda..."

* * *

   İki hafta önce'den iki hafta sonra İtalya'ya, insanların klişeleşmiş "Çizme" tabirinden yola çıkarak "Çizmenin bağcıklarını bağlamaya" gidiyordu. İsterdi hep görmeyi. Şimdi bir başka olacaktı. Biraz buruk, şairane, biraz daha buruk görecek ve gezecekti.

   Yollardaydı İtalya'da. Bağcıkları bağlayacaktı: çapraz bağ -Milano, Venedik, Floransa, Roma, Pisa.. Yollar düşündürmez miydi hiç? Yollar açtı zaten başına belayı, düşündürttü. O'nu düşünmek belaydı -şimdi nasılsa..

  Sürpriz yapmayı severdi, Venedik'te San Marco Meydanı'nda bir dükkândan İtalyan şarabı satın aldı. Şarap sevdiğini bildiğinden.. Aklına gelirdi illa ki yaratıcı bir şeyler..

  Düşündü, düşündü de keyfini çıkaramadı belki de gezinin.

* * *

  Son günleriydi artık, Roma'dan ayrılıp Pisa'da mola vererek Milano'ya geri dönme günü.. Önceki gece aramıştı; sesini duyurmuş, sesini duymuştu. Mutluydu.

  Fontana di Trevi'ye bir kez daha gidelim, diyerek ayrıldılar otelden. Önceki gün gittiklerinde kalabalıktan rahatsız olmuş, fazla kalamamışlardı. Sabah erken saatte tenha olur düşüncesiyle gittiler çeşmeye tekrar.

  "Roma'ya bir daha geleceğim, geleceğim ki arkam dönük fırlatıyorum Brüj'deki sokak müzisyenlerine vermeyi unuttuğum bozuk parayı sularına. Bu sefer yalnızlık fazla olmasa nasıl olur bre çeşme?" dedi. Roma o gün bir güzel soğuktu. Donsaydı çeşme, nasıl olurdu?

  Çıktılar yola. Roma'da yolluk hazırladılar kendilerine. Biraz acele etseler iyi olacaktı. 


Yalınayak Koşmak

Uzun zaman aklını bozan, hapsolmuş, 
müthiş bir tutku ve özlemle pişmiş duygular,
anlatır birilerine -ne kadar da masum, ağlayası gelir anlatırken.
Sıradan bir duygu sanar anlattığı..
O zaman öyle bir üzülür,
işte o zaman, küfretmezse olmaz..

Bazı kitapları görür,
derman olacak kitaplar.
Parası yok,
eğlenemez,
işte o zaman hor görülür ya
işte o zaman küfretmezse olmaz.

Aç, çıplak, sefildir kimisinin gözünde
ama o
içinden gülümser,
etrafı küçümser.

O aşağılayıcı gülümseyişler,
onlara küfreder şiir yazar.

Küfreder; hor görülmeye
kavga edip kanamaya,
har vurup harman savuranlara,
hissederek ağlamadığı günlere ve
hissettirerek ağlatanlara..

En sonunda küfr'ün uzmanı olur.



Çocukluk

 Tanrı, senin yaptığın her şeyi bilir, dedi annesi. Bu inanılmazdı ona göre. "Yorganın altından sana dil çıkarsam da mı bilir yani?" diye sordu. Evet yanıtını alınca korktu, ağlamaklı oldu. Birçok kez yorganın altından dil uzatmıştı annesine. Onu sadece kendisi biliyor sanıyordu. Korktu.

 Büyükçe bir evdi kaldıkları. Kışın ısıtması zor oluyordu. Kaloriferlere takviye olarak elektrikli soba kullanıyorlardı; ondan da korkuyordu. O, Tanrı olamazdı yine de. Çok salaktı. Yürümüyordu bile.

 Şeker olabilirdi belki Tanrı. Her zaman midesinde bulunurdu çünkü. Ya da belki su. Pekmezli süt.. Pekmezli süt şekerden daha güzeldi. O muydu Tanrı?

 Yorganın altına girip bir-iki deneme yaptı. "Bunu da gördü mü yani?" Görmüştü. Üzüldü. Şimdilik bunu bir yana bırakmakta fayda var diye düşündü. İçeri gidip babasını görmek istedi.

 Gitti salona. Panasonic teypte, daha önce hiç duymadığı bir müzik çalıyor, bir yandan da kulağına hiç yabancı gelmiyordu. Babasına sordu. Beethoven dedi babası - Beethoven, deterjan paketinden çıkan gerçekçi köpeğe verdiği isimdi. O isim nereden aklına gelmişti, onu da bilmiyordu. Bu müzik köpek miydi?

 Dinledi uzunca süre. Dokuzuncu'ydu çalan. Öyle etkilenmişti ki.. Tanrı, Beethoven'dı. Beethoven, onu yorganın altında bile görürdü mutlaka! Karar verilmişti! Korkmasına ne gerek vardı, Beethoven mükemmeldi..

 "Spring, belki bu kış gecesinde elektrikli sobayı sollayıp içimizi daha fazla ısıtır." deyip teypte bir şeylere bastı. Tanrı sustu. İçinden bir oyuncak çıkardı babası. Sonra başka bir oyuncak koydu. "Bu da Vivaldi." deyip.

 Vivaldi mi?! Spring mi? Beyaz arabalarının ismiydi. Renault Spring.. Yolda giderken çıkardığı seslere hiç benzemiyordu bu teypteki. Otomobil yolda giderken anırıyordu, eşek gibi. "Gıcık Spring, yolda giderken de böyle sesler çıkarsana!" Çalan müzik bir anda yok etti bu düşünceleri. Bu başka Spring, dedi. Yolda giderken annesi ona başka renk Springler gösteriyordu. 

 Karar verdi, Spring Tanrıydı. Araba olan Spring değil, müzik olan. Beethoven da Tanrıydı.

Jean-Paul Sartre'ın beş öyküsünün bulunduğu Duvar adlı kitaptan; "Bir Yöneticinin Çocukluğu" öyküsünde bir bölüm hatırlattı.

Beni de düşün

Bir arşivden
bir şarkı..
İstedim.
Yoktu, Müjgan değilsin ki!
Yine de istedim; çünkü o sıra
hayaline sarılıyordum!

Bir-iki büyükçe adım;
bir-iki kulaç dedim.
Gerek yok,
mesafeyi abartmaya!
Küçük dünya!

Kendine iyi bak, beni de düşün..

Ağladıkça

Dertten tasadan yoksun zamanlar,
bir ağlamaklı şarkı açar,
kapatmaya kıyamam...
Derdim olur "Ağladıkça"
bitene kadar ağlar,
ağlatılırım..
Sonra da
"Kafama sıkar giderim."

Halbuki aklımda ne Müjgan,
ne de Herhangi..

Ağladıkça kafama sıkar giderim...

Anti-tez

Bir saat önce
utanırdım,
içemezdim, oturup yazamazdım..
Çoluk çocuk..
Tez elden gitsinler!

Haydi fazlalık insanlar!
İmroz'da bu isimsiz rıhtımda,
işiniz yok sizin!
İçenlere bırakın,
yazanlara bırakın!

Saçlarım pejmürde..
Üstten dört düğme fora gömleğim..
Yanımdan geçen kızlar,
bakıyorlar yine de..
Fark etmiyor değilim..

Gayri ahengi haiz gece:
üç midye dolma,
sınırsız bira..

Saat on ikiyi geçmeden,
terkediverdi fazlalıklar etrafı..
Dükkanların ışıkları,
sönmesinler! Korkuyorum!
Rüzgar dinmesin!
Yarılanmış sepya biramı
savursun ordan oraya!
Sanki hacıyatmaz!

Işıklar,
ses,
kayıt!

Sen Endülüs'te Raks et

Hayal ettim, kıyıda tek başımayım...
Ege'de, Yunan açıklarında,
isimsiz bir kıyıda...
Ay yok, yakamoz yok, bakıyorum yine de;
ardımda
sokak lambalarının
önümde suyla sevişmesine..

Bir elimde ellilik,
kahverengi cam kör eder gibi..
Diğer elimde parlak bir şey,
bu da ne!

Doğru ya,
seni arayacaktım..
Elim varmıyor Müjgan,
seni bu gece boşvermek elzem..
Sen Endülüs'te raks et!
Sen Endülüslüyle raks et..

Şiire yatırım

Esasında hakiki şiire yatırım, şaraba yatırımla başlar.

Hakiki şiir, bencil olanıdır şiirin. Muazzam nitelik ve nicelikte şeyler anlatan, ukala, kendini beğenmiş olanıdır.

Herkese de müsaade etmez, herkes anlayamaz "beyefendi"yi. Anlatmak istediklerine anlatır yalnızca, şerefsiz..

...

Neden şarapla başlar yatırım?..

Şarap gerçektir. Bir tuzaktır şarap; realiteden uzaklaştıracağını sanarsın seni halbuki o seni gerçeğin alnının ortasına yapıştırır!
Gözünü açar adamın.
Vurgun yemiş duygularını uyandırır, farkına vardırır. Netleştirir duygularını..

...

Hayyam usta, ne güzel söylemiş şu rubaisinde..

Kendimden geçtikçe gelirim kendime
Alçalırım çıktıkça yüksek yerlere
En garibi içmeden sarhoşum da ben
Ayılırım her kadehi devirdikçe..

...

Şiire yatırım kendi bencilliğine yatırımdır, yazanın. Uzun uzadıya nesir yazılar yazmaktansa, zengin anlamlı bir iki satır karalar, belki de üşendiğinden. Şiire yatırım yapan, kendinden başka bir boka yatırım yapmaz aslında.

Bir şiir doğuyor

Bir şiir doğuyor;
babası benim,
anası herhangi,
ebesi şarap..

Babası benim;
ama
gebe kalan da benim..
Yalnız değilim çünkü,
o da var yanımda,
rahmimde,
rahmim beynim..

Cinsiyeti belirsiz,
bilineni gözleri;
anadan da babadan da,
kahverengi..
Belki anadan güleç,
babadan mağrur..

Sabah

Karanlıkta,
belki de uzakta,
bir camiiden okunan
"sabah"tan ürkmüş bir karga,
habercisi oluyor..

Karanlıkta,
bir kaos!
Müezzinler,
hep bir ağızdan..
La ilahe..
Allahu..
Karışıyor her biri!
Kimi uzaktan fısıldıyor,
kimi kulağıma bağırıyor!
İllallah!
ekber...

Herhangiye zemheri serenad

Kalabalık,
çehrelerde seni aradım.
Tek tek!

İhtimal ya,
gelirdin..
Ekoseli gömleğim,
ilk beni fark et diye
sırtımda!

Farazisin..
Zemheriyi yaşattı,
bu sıcak
yaz gününde,
Hiçliğin!

Sahte aşklar madde;
madde sarılır.
Ayaz olsa soğumaz,
bu bahçe bu gece,
sarılmalardan!
Ama bana bu bahçe bu gece
Zemheri!

Sabah ezanı

Gecenin sessizliğine gömülmüşüm..
Bir ışık yok dışarıda,
apartmanlarda!
Masa lambamın cılız ışığı hatırlatıyor,
yalnızlığımı.
"Bir sen varsın, bir namaza kalkanlar,
bir de müezzin!"

Sormaz mı yaradan sana Merter?
"Madem ezanı dinliyorsun
ne diye şarap içiyorsun ya kulum?"

Kendini avutuyor cevab,
"Ben başımayım,
mazur gör yarab."

İçtendirilen

İçtenlik, içtenlik diye paralanırken
en yakınımda hissetmek istediğim sen
bir "sen" değilsin,
hatta bir "o"..
"Onlar"sın benim için
"Ben" olmanı beklerken

İçimden geçiyorsun ama,
içten değilsin.
İçtendirilensin.
İş işten geçmişimsin..

Yaz yağmuruna

Tam da düşüncelerim kavruluyorken
Yağmur!
Yağ!
Ferahlat usumu..

Ekmek parası avcıları eriyor
sıcaktan!
Yağ!
Ama fazla ıslatma işçileri..

Mezarlık duvarında oynayan çocuklar

Okuldan çık, bir dünya yol git. Kıtalararası yolculuk yap. Her gün isyan. 
Son vasıtadan, Ataşehir otobüsünden de indim; kulağımda kulaklık. "Yatmayı" hayal ediyorum.
O sıralar fotoğraf makinemle fazla haşırneşirim diğer zamanlara nazaran. Vizörden bakar gibiyim etrafa.


Baktım güzel bir kare. 


"Makine yanımda değil. Çıkayım eve, alırım, çalışırım."


Çıktım aldım, bir heves.. Geziyorum. Çekiyorum, hepsi de güzel; ama tatmin etmiyor.


Mezarlık. 


Yanında kocaman inşaat. İnşaatta "işçi" fotoğrafı çekerim diye gidiyorum o yana.


Üç tane çocuk, mezarlık duvarında gülüşüyorlar! Ne fırsat. Bir havalara girdim, sanarsın aslan-kaplan belgeseli çekiyorum. Kaçırmayayım, kendimi belli etmeyeyim, dedim.


"Aa, bak! abi fotoğrafçı.", "Abi, fotoğrafımızı çeksene!" dedi ikisi.


"Hassiktir, gördüler!"
Ulan görseler n'olacak Merter?


Muhabbete koyulduk çocuklarla. En küçüğü üçüncü, ortanca dördüncü, en büyüğü de altıncı sınıftaydı.
 "Abi Facebook'un var mı? Eklesene fotoğraflarımızı, arkadaş olalım." dedi ortanca -aynı zamanda en fırlama olanı-.


"Benim fotoğraf sergim var, oraya koyarım gelir görürsünüz." diye yalan söyledim. Bir yandan hoşuma gitti bu spontane söylediğim yalan.


Yanımda "beş kuruş" olsa gidip çikolata alacaktım onlara. Üzüldüm.


Güzel poz verdiler. Karşılaştığıma memnun ettiler. Bir tebessümle yoluma devam ettim. 


 Bir köy havası var bu arada mekanda, Küçükbakkalköy mezarlığı yanından bayır aşağı inen mıcırlı yol..Ben giderken, onlar da az ileride oturup fiskos yapan annelerinin yanına koştular. 
"Anne, o giden abi fotoğrafçı! Bizim fotoğrafımızı çekti, sergisine koyacak! Sanat için poz verdik." ...
aynen sarfettiler bunları. Çok hoşuma gitti.


"Mezarlık duvarında oynayan çocuklar"ı görmek için

Tadı anason sevgili

Tadı anason sevgili...
Nedir bilir misin?
Anasonu anason yapan..
Rakı..
İçmeden sarhoş eden
Koku..
Hayalî..
Billur başta, sek iken
Aman ha!
Sek içilmez!
Su lazım! Su!

Ben suyum,
sen tadı anason..
Ben içerim seni önce
daha ilk buluşmamızda,
uzun ince bardakta..
Ben koklarım,
ben tadarım.
Bir oluruz seninle,
ayıramazlar..
Ayırmaya kalkışmazlar,
kabullenirler..
Hoşlarına gider halimiz.
Biz böyle lezzetliyiz.

Seni görünce ürperirim,
soğurum;
ama bilirim,
seni ilk ben tadacağım..

Rezilce İstanbul

Beyoğlu'nda yürüyorum...
Vitrinler dolu dolu...
Vitrinler ışıl ışıl...
Ne ararsan var,
insanlıktan gayrı...
Adımlarım ürkek,
adımlarım titrek...
Bir piyangocu geçiyor önümden,
umut bile satın alamıyorum...
Cepte para,
yürekte umut,
düşlerde sevgili yok...
Yaşamı seyrediyorum,
biletsiz,
siyah beyaz,
rezilce...

Mehmet Akif "Baba" Zorkirişçi                                                                                
İstanbul, 1988

Çıldırtan

Bir kilitli kapı mı?
Yüksek tavanlı bir kat
ya da buğulu camlar mı?
O çılgın otorite mi?
Beni bu gece senden gayrı kılan..
Yoksa sendeki
o niyetsiz tavırlar mı
beni korkutan?

Başta
Çok anlamsız gelir düşününce
Neden daha önce yaklaşmadım?
Gerçekte ise son derece normal..
N'apayım, n'edeyim bilemedim.
O eda bir şiir olur..
Dudağa sürülen merhem olur..

Rastgele işimiz..

Ezan ve şarap kombinezonu

Şarap duruyor.
Durdu.
Ezan başlarken..

Devam edecek,
kimbilir kimler gelecek,
aklıma
bitince ezan
değince kadeh
tekrardan ağzıma.

Okunurken "sabah"
bir sokak lambası altında
uçuşan sineklerin
aradığı ısı!
aradığı sıcaklık!
gibi
arıyorum Leylâ'mı
belki bir Mecnûn değilken

Dizeler bile sarhoş,
ancak yazan anlar.
Ne diyor bu sarhoş?
Bir de hisseden,
yerine koyan..

Anlık yazılan dizelerin
mânâsında gizlenmiş
Leylâ!..
Bırak Leylâ'yı
Nerede Müjgan?
Al işte..
Sarhoş...

Gözbebekleri birer ayna

Bir ayna düşün..
Tek başına
Ne yapar?
Gördüğünü göstermekten başka?
Bir başına..
Her yerde var ondan?
Ne önemi var tek olunca?

Şimdi,
iki ayna düşün..
Karşı karşıya.
Öpüşmek üzere olan,
bir çift gibi..
Gözler henüz kapanmamış,
dudak temasına beş var..

Bir sonsuzluk
Karşı karşıya
bir çift ayna..
Birbirlerini yansıtır dururlar,
sonsuza kadar..

İşte!

Göz göze gelmek,
bir sonsuzluktur..
Gözbebekleri birer ayna,
sonsuzluk
birbiri üzerinde
Öpüşmeye yakın..

Herhangi

Bu herhangi bir sevgiliye yazılmış
rastgele dizeler...

Herhangi olmasa
daha iyi olur!
Varsın olsun..
Uğraşmayı sevdim ben!

Nihayetinde
onu düşünmeden geçen gün yok!
Gün geçse geçse
konuşmadan geçiyor..

Konuşmadan geçen günler
hiç düşündü mü beni, herhangi?

Peki ya konuşuyorken
aklına geldim mi?

Hiç düşünmeden
konuşur mu ki biri?

Suç bende...
Günleri konuşmadan geçirmemde!

Manzum Kafka

İzin ver hayal kurayım!
Sahneler sıralansın düşümde!
Rahat bırak duygularımı!
Hayal etmenin nesi ayıp?
Nasıl olsa hiçbiri
gerçekleşmeyecek...

Franz Kafka'nın

"Umut olmasına var,
sınırsız denecek kadar umut var;
ama bizim için değil!"

sözü esinlendirdi..

Gece mayhoş

Şişe ağzından çıkarken
içimi gıcıkladı o mantarın sesi..
Gece mayhoş başlayacak!
Yuvarlanan kadehler silselesi..

Etiketinde, alkol oranına baktım;
yüzde on iki buçuk..
Sonra kadehte yarılanmış şaraba
"Uçar gider misin alkol, ağzın açık!"

Belki yıllandıracaktım seni o anki aklımla..
Adam sen de!
Başka şarap mı yok?
Dert bende mayhoşken, derman müjganda, sende!

Biraz Hayyam mı esti ne?
"Doldur bir kadeh daha!" dedi Ömer..
Sen görmüş geçirmiş adamsın usta..
"Doldur!" dersin de, boş bırakır mı kadehi Merter?

Gece mayhoş başladı
belli ki sarhoş bitecek..

Biraz leylâk moru..

Uzunca konuştuk dün akşam.
Sevdiğim kızdı, önceden.
Sonra n'oldu önemli değil.
Ama artık o kadar vasıfsız bir sıfata sahip değil benim için.
En yakınımda -ailemden sonra- onu hissediyorum.
Telefon açtım konuştuk işte.. Hava, su, seçim..
"Uzun zamandır şiirlerinden göndermiyorsun bana." dedi.
Üşendiğimi söyledim. Telefonun mesaj hanesine yaz, tık tık.
"Oku o zaman, hadi şimdi!"
Orijinalini oku be güzelim. Daha hoş.

Laf arası...

Kendimi Fecr-i Ati sanatçıları gibi buluyorum, dedim.
-ne alakam var adamlarla?
"Sanat şahsi ve muhteremdir..."

Ne muhteremi ulan?

Sanat şahsi ve münhasırdır...