* * *
"Brüj'de hava kararmaya başlamıştı. İsmini bilmediğim, iki köşesinde çıkış olan küçük bir meydanda bir banka oturdum, ellerimi dizlerime koyup seyre koyuldum. Sırtımı döndüğüm bina, diğerlerinden daha önemsiz olsa gerekti ki ışıklandırılmamıştı. Önüne üç-dört tane bank koymuşlardı. Sol yanımdaki bankta Belçikalı bir dede ve torunu oturuyorlardı; onların da yanında çalma hazırlıklarına başlamış sokak müzisyenleri gitarlarını akort ediyorlardı.
Hava adamakıllı kararmıştı. Bu da ışıklandırılan binadaki kontrastı artırmıştı. Meydanı himaye ediyordu sanki büyülü işlemeleri olan bu "önemli" bina. Meydanda göz gezdirmek istediğim çok şey vardı aslında: kafeler, kitapçılar, meydanın karşıdaki çıkışından dar bir sokağa doğru yürüyen insanlar.. Ama hediyelik eşya dükkânlarından alışveriş yapan annemin gelmesiyle tek başıma oturduğum banktan kalkacak olmama az kalmıştı; bu yüzden
işlemeli binayı lâyıkıyla incelemeye karar verdim.
işlemeli binayı lâyıkıyla incelemeye karar verdim.
Sokak müzisyenleri çalmaya başlamışlardı. Çaldıkları müzik -Flemenkçe- başta fazla
yabancı gelmişti kulağıma, yine de binayı incelerken fonda o müzik çalınca aklımda mistik fırtınalar kopar, diye düşündüm. Nakarata geldiklerinde artık binaya bakmıyordum. Müzik, sanki şimdi tanıdık geliyordu kulağıma, sözlerini anlamamama rağmen. Ama emindim! Bu bir aşk şarkısıydı! Mırıldanmaya başladım.
Eminim! Bu bir aşk şarkısı! Sözleri anlıyordum artık.
O sırada aklımdan neler geçti biliyor musun? Bir şeyler eksikti, eksik olanları düşündüm. Brüj'deydim. İnceden yağan, bir değişik kokan bir yağmur eksikti. Müzik devam etmeliydi yağmura rağmen.. O aşk müziği. Yalnızlık fazlaydı mesela o gün. Birileri olmalıydı yanımda. Sen olmalıydın yanımda..."
* * *
İki hafta önce'den iki hafta sonra İtalya'ya, insanların klişeleşmiş "Çizme" tabirinden yola çıkarak "Çizmenin bağcıklarını bağlamaya" gidiyordu. İsterdi hep görmeyi. Şimdi bir başka olacaktı. Biraz buruk, şairane, biraz daha buruk görecek ve gezecekti.
Yollardaydı İtalya'da. Bağcıkları bağlayacaktı: çapraz bağ -Milano, Venedik, Floransa, Roma, Pisa.. Yollar düşündürmez miydi hiç? Yollar açtı zaten başına belayı, düşündürttü. O'nu düşünmek belaydı -şimdi nasılsa..
Sürpriz yapmayı severdi, Venedik'te San Marco Meydanı'nda bir dükkândan İtalyan şarabı satın aldı. Şarap sevdiğini bildiğinden.. Aklına gelirdi illa ki yaratıcı bir şeyler..
Düşündü, düşündü de keyfini çıkaramadı belki de gezinin.
* * *
Son günleriydi artık, Roma'dan ayrılıp Pisa'da mola vererek Milano'ya geri dönme günü.. Önceki gece aramıştı; sesini duyurmuş, sesini duymuştu. Mutluydu.
Fontana di Trevi'ye bir kez daha gidelim, diyerek ayrıldılar otelden. Önceki gün gittiklerinde kalabalıktan rahatsız olmuş, fazla kalamamışlardı. Sabah erken saatte tenha olur düşüncesiyle gittiler çeşmeye tekrar.
"Roma'ya bir daha geleceğim, geleceğim ki arkam dönük fırlatıyorum Brüj'deki sokak müzisyenlerine vermeyi unuttuğum bozuk parayı sularına. Bu sefer yalnızlık fazla olmasa nasıl olur bre çeşme?" dedi. Roma o gün bir güzel soğuktu. Donsaydı çeşme, nasıl olurdu?
Çıktılar yola. Roma'da yolluk hazırladılar kendilerine. Biraz acele etseler iyi olacaktı.